Hamileliğimin 12.haftası doktor kontrolüne yine heyecanla gidiyordum. Eşim şehir dışında olduğundan benimle kontrollere gelemiyordu ama telefonda en büyük desteği o veriyordu. Bu kez yakın bir arkadaşımla gittik güle oynaya... Ultrasonda hemen doktorumuz cinsiyeti kesin kız dedi o kadar mutlu olmuştum ki hep kızım olsun isterdim ama hamile olduğumu öğrendiğim zamandan itibaren hep erkek hissediyorum diye söyledim herkese, kendimce bir totemdi bu ama buna fazla inanmıştım. Doktoruma ama ben erkek bekliyordum dedim ve güldük :) Ben tamam bitti kalkacağım sanırken doktorum ekranda dikkatli bir şekilde bebeği inceliyordu, nihayet bitti ve kalktım bana ikili tarama testi yapacağımızı söyledi.

Ben daha ne için yapıldığını bile bilmiyor, doktoruma sonsuz güvendiğim için ne dese kabul ediyordum. Testten bahsederken nazal kemik görünmedi dedi ben tabii anlayamadım, sordum, burun kemiği olduğunu bu hafta görünmesi gerektiğini ancak görünmediği için Down sendromu ihtimali olabileceğini sakin bir şekilde aktardı. Ben kızım olacağı mutluluğuyla başka bir şeyle ilgilenmiyordum. Tek bildiğim ense kalınlığı ile Down sendromu arasındaki ilişkiydi. Ense kalınlığı iyi çıktı ama diyebildim. Ufak bir açıklamayla oradan ayrıldık, kan vermeye gittim. Eşimi arayıp kızımızın olacağı müjdesini verdim. Evet, çok mutluyduk ama dakikalar geçtikçe doktorumun dediklerini idrak ediyor ve içim de ufak ufak kemirilmeye başlıyordu. İkili test sonuçlarını büyük bir sabırsızlık ve heyecanla bekledim. Günlerce internetten nazal kemik ile ilgili araştırma yaptım. Derken sonuçların iyi olduğu haberi geldi ve bir sonraki kontrole kadar rahat olmalıydım, nedense olamadım. Kötü değildim ama süper olduğum da söylenemezdi. Bulantı ve kusma durumu olabilecek en yüksek seviyeye çıkmış, beni perişan ediyordu. Hamilelik hiç keyifli değil diye düşünüyor, bir şey yiyemediğimden bebeğimi besleyemiyorsam diye üzülüyordum.

Kontrole gittiğimizde ilk sorduğum “Kızımın burnu var mı” oldu :) Evet vardı ve gelişim olarak da bir sorun göremiyorduk. Derin bir oh çekecekken kalbinde bir parlaklık olduğunu bunun için detaylı ultrasona gitmem gerektiğini öğrendim. Gitmek için gerekli haftayı doldurmam gerekiyordu, randevumu almış sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet o gün geldi ve yine heyecanla gittim. Ekrana ne kadar dikkatli bakılabilirse baktım ve içimdeki mucizeye daha da bağlandım... Sonuç olarak Down sendromuna benzemediğini ancak gelişiminin bir hafta geriden geldiğini, kalbindeki deliğin de doğuma kadar kapanacağını söyledi. Verdiği kâğıtlarla doktorumun yanında aldım soluğu. Önce kâğıtları inceledi, sonra beni odaya aldı. Karşısına oturdum ve rahattım. Doktorum pek rahat değildi... Bana ihtimal olduğundan emin olmak için yurt dışına kan gönderebileceğimizden eğer maddi olarak uygun değilsek amniyosentezle kesin sonuç alabileceğimizden bahsetti. Dinledim. Bunları bana söylemesi gerekenler olarak düşündüm. Bana karar vermem gerektiğini akşama cevap beklediğini söyledi. Akşama kadar nasıl karar alabilirdim ki! Eğer hiç birini yaptırmazsak doğuma kadar sağlıklı olsun diye dua edeceğiz dediği an ben koca bir boşluğa düştüm! Odadan ve hatta hastaneden çıktıktan sonra başladım ağlamaya… Zaten ilk konusu geçtiğinde neden ben sorusuyla başa çıkamıyor, yine de kondurmuyordum. Şimdi halen ortada bir şey yokken o kadar emindim ki karnımdaki kıpır kıpır bebeğimin Down sendromu olduğuna…

Akşama doğru eşimle konuştuk ve bana neden ağladığımı sorup kolu bacağı olmasa bile çocuğumuz doğacak diyerek kaybettiğim gücümü kazandırdı. Test ya da amniyosentez yaptırmayacaktık ama başka doktora da gitmeliydim diye düşündük. Tıp fakültesi doktoru sonuçlarıma bakıp hiçbir şey yok senden nasıl amniyosentez istenir dedi! Gerçek olabilir miydi? Etrafımdaki herkes zaten yok bir şey diyordu moral vermek için sanırım :) Bunu duyunca herkes bak gördün mü sana demedim mi havasındaydı... İçime sinmedi profesöre göründüm. Amniyosentezi kendim istemedim dedim zaten artık haftan geçti yapamayız dedi ne kadar sorsam da kesin bir şey söylemedi durumu iyi gelişimi güzel dedi. Artık 30’lu haftalara gelirken yine özelde bir doktora gidip durumu anlattım. Ben artık normal takibini yaparım moral bozmadan geçir zamanını dedi ve doğuma kadar gayet iyi geçti zaman. Yine de ben emindim internetten Down sendromunu araştırıyordum kimselere söylemeden. Kızımın adı Elis olacaktı, çok eskiden derdim kızım olursa Elis olsun adı diye... Ortaokulda sınıf arkadaşımın adıydı ve çok beğenirdim adını... Elis ters pozisyonda durduğundan ve bir türlü dönmediğinden doğum sezeryan olacaktı. Karar verdiğimiz günü beklemeyip 18 Aralıkta dünyaya geldi Elis.

Ne doğum öncesi ne doğum zamanı ne de sonrası hiç hayal ettiğim gibi olmadı. Kendime geldiğimde ilk sorduğum kalbine bakıldı mı oldu ancak çocuk doktoru Elis'in Down sendromu olduğunu bile anlamamıştı. Ben bakınca daha da emin olmuş ancak okuduğum o kadar hikâyeyi düşününce bebeğin yanımda olması Down sendromuysa imkansızdı. Acaba değil mi diye inanmak istesem de durum değişmiyordu. Doktoru taburcu olmadan tekrar çağırdık ama ağlayarak Down sendromlu bebeğim desem de pek benzemiyor isterseniz tıp fakültesi genetik bölümüne gidin kalbi için de çocuk kardiyolojiye gösterin dedi. 2 günlük Elis kucağımızda hastane maratonu başladı. Hastanenin koridorlarında basmadık yer bırakmadık 2 ay boyunca. 53 günlükken aldık kromozom analiz sonucumuzu ve Trisomy 21 ile uyumludur diyordu. O  ana dek ufacık da  olsa umudum vardı nedense... İlk bir hafta çok ağlamış, sonrasında zaten kabullenmiş, sadece kontrol ve hastalıkları ile boğuşuyordum. Elimde sonuç uzak ve soğuk olmasına rağmen eve yürüyerek gittim. Yolda  birçok kişiyle konuşup mesajlaştım ve sonucu müjde edasıyla verdim hep. Biraz zaman geçti ve ağladığım her damla yaşa pişman oldum. Şu an Elis 9 aylık olmaya yakın hayatımızın tek anlamı… Yanılıp yenilip bir hata yapıp iyi ki ondan vazgeçme yoluna hiç gitmemişim. Her an şükrediyorum varlığına, dualarımda önce sağlıklı olması sonra da ömrümüzün bir olması var. Benim için Elis bir piyango ve büyük ikramiye olarak bizi seçti. İyi ki geldi ve bize çok iyi geldi. Harika bir hikâyemiz olsun son nefesimize dek umarım.

Seza Senkoğlu